Salıdan Cumaya
Halin nicedir ya ehl-i gülşen
üfleyip söndürdüğün kaç saydın
mumların ikisi beşi derken
o beşten iki tane, göz saydım
şehnaz zümrütler, Simurg ilinden
Ben ki yapraklarında üftade kaldım
dingin yağmurun damlayan renklerinden
alımlı çiçeklerin, iksirin, âbın
‘ dengisin havanın, tatlı rüzgarların
sen
Havada kalmak için çırpınmayı
uzaklara dalmayı ayaklarını düşünmeden
bilmem kuşlar mı talim etmişti insana
bedeliydi sevginin, bir kalp ki sendeleyen
Hani kuşlar ki sevda taşırlar kanatlarında
sesi olurlar
sükuta bürünmüş bir gökyüzünün
ve bulurlar yastığını elbet bir gün
sedirine koymak için o güzel yüzünün
Yolunda bir deniz var, suları derin biraz
adı karaya çıkmış, düşen karaya çıkmaz
rüzgara yelken açsa dalgalar sataşır
dalgalarla boğuşup sulara boğulurken
gemi geçmiş canından, belki yâre ulaşır
Sislerin girdabından bir limana yanaşmak
zordur bilir misin boğulmak ve boğuşmak
sahilde bir güzelin salınışıyla batmışım
zarafetine dalmışım
deniz sokratik, sen aristokrat
bense platonik kalmışım
Kıyıya vuran nedir, kumsalda papatyalar
yaprakları kalmamış, fallarına bakmışlar
açmak için onlar güneşten parça ararlar
eline aldığında bir gülmene bakarlar
Yabana sürüklenmeden, akışa kapılmadan
geçsek bir köprü üstünden
ya da bir cami altından
aynada biraz yeşil biraz daha yeşil bir nakış
geri kalan
gönlümün aşinasından tek bir bakış
Işık vurunca karşından göğe benzer gözlerin
kuşağında renklerin, bilmem hatırlar mısın
hatırları mest eder cezbiyle nahif sesin
bulut timsali ellerinden hiba dağıtırsın
Kurban olsam bayram günü bir bıçağa
ince, narin
bir gölge bulalım ağaçlardan
gözlerimiz kamaşmasın
parmaklarından sızan aşk ateşi
bıçaklardan daha keskin
yaş günü mü yaş güllerin
bülbüllere temâşâsın
