Bu Karmaşa Bize Neyi Anlatıyor?
Öncelikle Irak ve Suriye’de vatan nöbetindeyken şehit olan 12 askerimize Allahtan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Hain terör örgütünü de lanetliyorum. Allah devletimizi ve milletimizi her türlü felaketten korusun.
Tam da böyle bir gündemden Türkiye’nin bugünkü karmaşık yapısına temas edeceğim. Yazı tamamen tarihi ve siyasi bir değerlendirmedir. Normatif yani yargılayıcı bir yanı yoktur. Türkiye’nin geçmişinden bugününe kuşbakışı bir gözlem ve geleceğine dair tahmini tespitler içermektedir.
Bu yazıyı yazmamın nedeni ekşi sözlükte Erdoğan’la ilgili gördüğüm bir entryden dolayıdır. Entryde Erdoğan’ın ülkeyi ideolojik olarak çok fazla böldüğünü halbuki ülkenin ve sistemin sağlıklı işleyişinin yüzde yüz tek bir ideolojiyle mümkün olabileceğini, böyle olursa asıl olanın sistem olacağını, kişilerin gelip geçici olacağını ve sistemin oturarak işleyeceğini söylüyor. Fakat şuan her şeyin kişilere bağlı olduğunu ve bundan dolayı oturmuş bir sistemden bahsedilemeyeceğini, her şeyin sonunun ne olacağının meçhul olduğunu ve bu şekilde bir yönetimin yanlış olduğundan bahsediyor. Entrynin özeti aşağı yukarı böyle. Gelin hep beraber bunun doğru olup olmadığını ve varsa eksik taraflarını inceleyelim.
Türkiye’nin bugünkü karmaşık yapısı aynı zamanda karmaşık sosyolojik yapısına dayanıyor. Bugün devletin yer yer Kemalist, bazen Milliyetçi, Ulusalcı bazen de İslamcı hareketlerde bulunduğunu görüyoruz. Bazen muhafazakar, gelenekçi yapısını gösterirken bazen de feminist, modern, Avrupa Birliği tipi hallerine denk geliyoruz. Tabi devletin bu karmaşık yani heterojen yapısı toplumda da kendisini gösteriyor. Türkiye’nin bugünkü bu heterojen yapısına nasıl geldiğine bir bakalım ve asıl meselemize gelelim.
Devlette sistem getirilirken zamana bağlı süreçler vardır. Saf, tek bir ideolojinin hakim olduğu bir rejimden, yönetim sisteminden aynı şekilde homojen ama farklı bir rejime geçiş arada devasa bir fark olacağından ötürü birdenbire gerçekleşmez. Bu duruma Osmanlı’dan örnek verebiliriz. Osmanlı’nın kuruluş, yükseliş ve hatta duraklama döneminde homojen yani saf, tek bir ideolojisi vardı. Bu ideoloji gaza ve cihad anlayışına dayanan, nizamı alem endişesi olan İslamcı bir ideolojiydi. Somut olarak 2.Mahmut’tan itibaren bu ideoloji heterojenleşmeye yani karışmaya başladı. Devletin sistemine katılan yeni ideoloji Batıcılıktı. Batıcılar, kendi burjuvazilerini, STK’larını, guruplarını kurmaya başladılar. Bu gurup, devletin yönetimi üzerinde etkili olabiliyordu. Çünkü devlet, Batı’ya karşı mağlup bir pozisyona girdikçe Batı’nın isteklerini yerine getirmeye meyyal oluyordu. Batı daha üst bir pozisyondan bize baktıkça kurtuluşun Batı gibi olmak olduğu, Batı’ya adapte olmanın gerekliliği gibi hususlar Batıcıların elini güçlendiriyordu. Öncelikle 1839’da Tanzimat Fermanıyla başlayan bu değişiklikler,1856 ıslahat fermanıyla,1.Meşrutiyetle,2.Meşrutiyetle devam etti. Şeriat mahkemelerinin yanına anayasaya bağlı başka mahkemeler açıldı. Medreselerin yanına Batılı tarzda eğitim veren kurumlar açıldı. Kendilerine Jön Türk adını veren grup darbe yapıp padişah azlettiler. İlk Osmanlı meclisini açtırdılar ve meclis ilk açıldığında isyan eden ve halkta infiale neden olan azınlıklardan bir sürü mebusun olduğu bir yapıyla karşılaşıldı. Gerçekten ilginç bir durumdu. Sonra peşlerinden ittihatçılar geldi. Onlar da devlete müdahil oldular, padişah azlettiler. İstibdada karşı olmakla kendilerini tanımlayan bu gurup kendi içinde ve daha sonra devleti ele aldığında Abdülhamid’den çok daha baskıcı olmakla eleştirildi. Osmanlı’nın 2.Mahmut’la başlayan serüveninden yıkılışına kadar, yönetim sisteminde gittikçe batıcılık hakim olarak yükselmiş ama maalesef beklenildiği gibi devleti kurtarmamış ve başta İslamcı homojen rejim, gittikçe heterojenleşerek yıkılmış onun yerine batıcı homojen bir rejim kurulmuştur. Osmanlı’nın son dönemleri her alanda tam bir kargaşanın hakim olduğu şekliyle anlatılır. Gerek eğitim gerek adalet kurumları gerekse siyasi tarafları. Her türlü ideolojinin taraftarları da tabii ki vardır ve kavga halindedir. Lakin yapının en karmaşık hale geldiği şeklinden sonra serüvenin başındaki ideolojinin aleyhine olan yapı kazanmış ve homojenleşmiştir. Heterojenleşmeye başlayan yapı ise en sonunda tamamen heterojenleşerek yıkılmıştır. Heterojenleşme, kendisine uygulanan homojen yapının aleyhinde olmuş ve o yapının kurumlarını yozlaştırarak ve içini boşaltarak yıkıma uygun hale getirmiştir.
Şimdi bunu Cumhuriyet Dönemi’nden bugüne kıyasla düşünebiliriz. Cumhuriyet Dönemi’nde homojen Batıcı bir yapı kurulmuştu. Fakat bu yapı halkla tam bir uyum yakalayamadığından Osmanlı gibi uzun ömürlü olmamıştır. Bu Batıcı homojen yapı özellikle 1950’den sonra çok partili seçimlerle beraber heterojenleşmeye başlamıştır. Bu sefer sisteme dahil olan ideoloji İslamcılıktır. Bu sefer İslamcı ideoloji batıcı homojen yapıyı kendi kurduğu STK’larla, burjuvaziyle, gruplarla heterojenleştirmeye başlamıştır. İmam-hatipler 10 aylık kurs olarak ilk Cumhuriyet Dönemi’nde açılmış olsa da bu dönemde bu okullar normal lise ve orta okullara dönüşmüş ve İslami zihniyette eğitim veren eğitim kurumları olmuştur. Yakın zamanda gördüğümüz üzere ekonomi politikaları tartışmasına Cumhurbaşkanı tarafından Şeri bir unsur olan Nass unsuru katılmıştır. Tekrardan en başta bahsettiğimiz Türkiye’nin bugünkü karmaşık yani heterojen yapısına baktığımızda Osmanlı’nın son dönemine benzeyen bir çok farklı ideolojik zihniyet ve destekçisine aynı zamanda bunların kavgalarına denk geliyoruz. Peki bunun sonu ne olacak? Tarihten bir çıkarım yaparak tahminde bulunacak olursak eğer bu yapının daha fazla heterojenleşeceğini, bu durumun batıcı homojen yapının kurumlarını daha da yozlaştırıp içini boşaltacağına dair tahminlerde bulunabiliriz. Bu durumda batıcı homojen yapıya tekrar dönülmeyeceğini ve sonrasının ne olacağını az çok anlamışsınızdır. Yani uzun lafın kısası bu karmaşa yani bu heterojen yapı bize ardından gelecek homojen yani tek bir ideolojinin hakim olduğu başka bir yapıyı anlatıyor olabilir. Allahu alem.