İnsanın Benlik Mücadelesi
İnsanlar, yapıları gereği iki tür dünyada yaşarlar. Bunlar fiziksel ve algısal dünyalardır. Fiziksel dünya, insan bedeninin yaşaması ve barınması için imkan tanıyan bir yerdir. İnsan fiziksel dünyada bedeniyle var olur ve bu bedenin açlık, uyku, şehvet, barınma gibi ihtiyaçlarını da yine bu dünyadan karşılamaya çalışır. Fiziksel dünya hepimizin duyu organlarıyla algıladığı ve sadece duyu organlarımızla algılamakla kaldığımız, içinde vücutlarımızla bulunduğumuz doğadır. Bedenin dürtü ve istekleriyle harekete geçer bu arzuları karşılamaya çalışırız. Tıpkı bir hayvan gibi bedenlerimizin var olmak için ihtiyaç duyduğu şeyleri tatmin edilmesi gereken dürtülerini telafi etmeye çalışırız ama bu dünya tek başına insan için yeterli olmamıştır zira insanla hayvanın ayrımı da bu noktandan başlar. İnsanın yaşadığı ikinci dünya algısal dünyadır. İnsanlar burada benlikleriyle var olurlar .Bu algısal dünya onların ben bilinçlerini barındırmalarına, beslemelerine, tatmin etmelerine ve muhafaza etmelerine imkan tanır. Doğada duyu organlarımızla algıladığımız şeylerin kütle, hacim veya nicel bir başka özelliğinden ayrı olarak algı boyutumuzu ileriye götürdüğümüzde yani bu şeylere niteliksel olarak bir anlam ve değer atfetmeye başladığımızda algısal dünyamız oluşmaya başlar, benliğimiz ve kişiliğimiz de buna nispeten oluşur. Benlik insanda ilk olarak tepkisel bir şekilde oluşur, bunun en bariz örneği doğan çocuklardaki ağlama olayıdır. Bu tepkisellik benliğin en temel işlevinin kendini korumak, savunmak olduğunu bize gösterebilir. Tepkisellikle başlayıp yine bebeklik döneminde gözlemle devam eden benlik veya kişilik oluşumunda en etki eden şey doğada statik olarak veya ayrı bir cisim şeklinde bulunan varlıklardan ziyade aynı türden olan insanlardır. Bebek, anne babası ve çevresinde bulunan başka insanları gözlemleyerek onların tavır ve tepkilerinden hareketle bir benlik ortaya koyar. Büyüdükçe bu benlik gelişir ve sertleşir. İnsanlar, ilk olarak kendilerini güvende hissetmek isterler ve bundan dolayı benliklerini bir belirsizlikten kurtarıp belirli kalıplar içine oturturlar. Bu belirleyici tavır insan yaşamının her evresinde görülür. İnsan fiziksel olarak en güvenli evde en tok halinde sağlıklı bir şekilde ve bedensel olarak her türlü tatmine ulaşmış olarak otursa da kim olduğunu, nasıl bir dünyada yaşadığını en önemlisi ne için yaşadığını bilmemesi insan için büyük bir krizidir. Bundan dolayı kendini her halükarda güvende hissetmez ve bu belirsizlikten, garabetten kurtulmak ister. Dinler, zihniyet ve ideolojiler bu minvalde oluşan şeylerdir. Bu noktada insanların tarihin en başında bu saydıklarımdan yoksun olduğunu ve zamanla ortaya çıktıklarını kesinlikle söylemiyorum. Bu evrimsel perspektif bana göre oldukça hatalıdır. İnsan en başında kendi benliğini en mutlak belirli doğrular üzerinde bulmuş sonra Hz. Adem’in cennetten kovulması ve yeni nesillerin türemesiyle imtihan zemininin oluşması için garabetler yani bilinmezlikler oluşmuştur. Nitekim Hz. Adem cenneti ve içindekileri görmüştü ki bunlar kendisinden sonra türeyen ademoğlu yani insanlar için gaybtır. Fakat insanın içinde mutlak doğruya inanma temayülü ve yetisi bulunmaya devam etmiştir. İnsan bedeni, kendisi için en konforlu ve tatminkar şeyler ararken insan zihni yani insan benliğinin içinde bulunduğu zemin ise bu benliği en belirleyici şeyler üzerine oturtmaya ve etrafını sağlam duvarlarla örmeye çalışır. Zihnin aradığı en temel şey benliğin barınması için en konforlu olacak belirleyici şeyleri oluşturan mutlak doğruları bulmaktır. Tabi bulması, bulduğunu düşünmesi veya bulamaması ayrı bir bahistir.
İNSAN BENLİĞİ RADİKALDİR
İnsan benliği bu kadar belirlenmeye ihtiyaç duyduğundan radikal şeyler üzerine kurulur. Din, ideoloji veya zihniyetler gibi. Benliğin bulunduğu yer en radikal kısımdır. Benlikten uzaklaşıldıkça algı dünyasında radikallik azalır. Benliğin kendisini korumak adeta bir var olma mücadelesidir. İnsanlar bundan dolayı olabildiğince belirleyici ve korunaklı bir yerde benliklerini muhafaza ederler. Aksi takdirde insanlar büyük boşluklara düşerler, ağır psikolojik rahatsızlıklara açık hale gelirler. Hiçbir canlının kesinlikle yapmak istemeyeceği intihar olayını insanların gerçekleştirme isteği veya durumu fiziksel dünyadan ayrı olarak yaşadıkları algısal dünyalarının yıkılmasından, benliklerinin büyük zarar görmesinden kaynaklanır. Belli bir bilinç düzeyinde olan insanlar hayatları boyunca hep bir benlik mücadelesi verir, en yukardan en aşağıya doğru sallanır, sağlıklı olan ise insanın kendini ortalarda tutmasıdır. Descartes’in insan benliğini oturttuğu yeri bu noktada manidar buluyorum. Tanrı idesi ve yokluk idesi arasındaki bir yer. Tanrı idesine doğru yaklaştıkça en mükemmel doğru yargı ve tavırlar artarken yokluk idesine yaklaştıkça hata ve kusurlar artar. İnsan en esasında yoktu ve Allah onu yokken var olarak yarattı. Hem de kendi iradesinden bir markaya benzer damgayla ki bu da özgür iradedir. Bir ben varım dünyada demek de bir hastalıktır ben de varım bu dünyada diyememek de bir hastalıktır. İtidali yakalayan ve benliğini bu noktada muhafaza edebilen bir insan huzuru bulabilir.
AKIL BİR EFENDİ MİDİR?
Aklın insanı yöneten bir efendi olduğu ve insanın buradan yönetildiği düşünülür. Fakat akıl insanı yöneten bir efendi değil, insanın ego tatminini ,benlik bilincini korumaya ve geliştirmeye, duygusal ve hormonsal isteklerini yerine getirmeye aracı bir köledir. Yerine göre koruma refleksi geliştirir, inanılmak istenen argümanı mantıklı hale getirmek için uğraşır. Öyle ki insanın kendi benliğini oturttuğu belirleyici olgu sağlam duvarlarla örtülmüş olsun. Bu durumda önemli olan bir başkası veya başkaları değildir. İnsanın kendi için yararlı ve destekleyici olanı olumlu olarak belirleyen şeylerle sıfatlar .Aksini ise olumsuz olarak belirler. Tabi aklın mutlak doğruyu bulmak gibi bir işlevi de vardır fakat bu aklın isteği değil onun yerine getirmesi gereken bir görevdir ve akıl bu iş üzerinde kullanılan bir araçtır. Peki bu talep kimden kaynaklanır veya aklı kendini korunaklı duvarlar arkasına almak için kim kullanır? Bu sorunun cevabı da tabii ki benliktir, ruh kaynaklı bir benlik. İnsanları hayat boyunca bir şeylere teşvik eden bazı şeyler doğrultusunda hareket ettiren şey aklın kendisi olsaydı insanın yapay zeka bir robottan çok az bir farkı olurdu. İnsanları hareket ettiren, bazı şeyleri yapma doğrultusunda teşvik eden ve dönem dönem bazı şeyleri doğru bazı şeyleri yanlış bulmasını sağlayan şey hissiyatlardır. Hissiyatların kaynağı da ruhtur. Hissiyatlar zaman geçtikçe değişir ve benlik kendini başka hissiyatlara bırakır. Ergenlik döneminde yaşadığınız aşk hayatınızı daha ileriki yaşlarda saçma bulmanızın sebebi esasında daha fazla akıllı olduğunuz için değildir. Çoğunlukla o zamanki hissiyatın değişmiş olmasından kaynaklanır. Eğer o hissiyat sizi elli yaşınızda ele geçirseydi o mantıksız bulduğunuz şeyleri yine mantıklı buluyor olacaktınız. Burada en üst perdeden hayatı ilgilendiren Allah’ın varlığı gibi külli kaideler hariç hayatınızın içindeki şeylerin mantıklı veya mantıksız olma durumu içinizde bulunduğunuz hissiyata uygun olup olmama durumudur. Eğer o hissiyata uygunsa mantıklı uygun değilse mantıksızdır.